Sokak Yazısı
 
  Ana Sayfa
  Forumlarımız
  Yazanlarımız
  Cumali
  Çiğdem
  Gülbeyaz
  Gülnur
  => Anadolu Güneşi
  => Şikayet
  => Dilek
  Tuba
  Savaş
Anadolu Güneşi

               ANADOLU GÜNEŞİ : KÖY ENSTİTÜLERİ                          

      Halkın , cumhuriyete kavuşmanın sevincini, savaşların yorgunluğuyla beraber yaşadığı zamanlardı. Mustafa Kemal, orduların kazandığı zaferin, öğretmenlerin ve öğrencilerin kazanacağı zafere ortam hazırladığını düşünüyordu.  Bu zafer için de ezbere dayalı eğitime karşı çıkıyor; gençlere “İnsana saygıyı,ulusa ve yurda sevgiyi, bağımsızlığı, mesleklerinde namuslu birer uzman olmalarını öğretecek bir eğitim sistemini” savunuyordu.

       Nüfusun % 80’i kırsal kesimdeydi ve %85’i de okuma-yazma dahi bilmiyordu. Cumhuriyetin temellerini sağlamlaştırmak bilgisizliği yok etmekle mümkün olacaktı.

       “Orda bir köy var uzakta…” melodisi eşliğinde başladı her şey. Köyler bizimdi; köylüler de milletin efendisiydi.

       Köy okullarına öğretmen yetiştirme amaçlı birkaç girişim yetersiz kaldı. Kırsal kesimdeki halkın sosyal, kültürel, sağlık gibi alanlarda da yetiştirilmesi gerekliydi. Bunu da ancak İsmail Hakkı Tonguç’un deyimiyle “ Köylüye bir şey öğretmek için onlardan birçok şey öğrenenler” yapabilirdi: Yani onların içinden birileri. İşte bu amaçla, 17 Nisan 1940 tarihinde, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve eğitimbilimci İ.Hakkı Tonguç’un sayesinde Köy Enstitüleri kuruldu. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü de bu girişimi can-ı gönülden desteklemekteydi.

       Köy Enstitüleri halk tarafından kısa zamanda benimsenmişti. Öğrenciler, ilkokul üzerine aldıkları beş yıllık eğitimle kendilerini birçok alanda geliştirebiliyorlardı. Verilen eğitim, sadece meslekle ilgili olmayıp aynı zamanda öğrencileri hayata hazırlıyordu. Toprağı işleme, verimli hâle getirme, ağaçlandırma gibi ziraî konularda verilen uygulamalı bilgiler, öğrencileri tüketici olmaktan çıkarıp bilinçli üreticiler konumuna getiriyordu. Öğrencilere müzik aleti çalma, ulusal oyunları oynama, kızlara dikiş, örgü; erkeklere demircilik, nalbantlık tarzında beceri ve alışkanlıklar da kazandırılması, öğrencilerin çok yönlü ve aktif olmasını sağlamıştı. Okuma-yazma bilmeyen insanlar Goethe ile, Emile Zola ile Köy Enstitüleri aracılığıyla tanıştılar.  Köylerde kahvehane yerine kütüphaneler açılıyordu.

       Köy çocukları için bir fırsat olan Köy Enstitüleri, hem eğitimin maliyetini düşürmüş, hem de eğitimde ezberciliğe yer vermemiştir. İşe yarar ve çağdaş bir eğitim sayesinde köy çocukları aydınlığa kavuşmuştur. Köylüler böylece köy ağalarının feodalitesinden kurtulup, “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür.” Bireyler olmaya başlamışlardır. Üreten, düşünen, okuyan öğrenciler, göreve başladıklarında nitelikli birer öğretmen olmuşlardır. Ayrıca bu okullar ülkemize Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Mahmut Makal gibi birçok değer kazandırmıştır. Enstitülerde Âşık Veysel, Sabahattin Eyüboğlu, Ruhi Su, Vedat Günyol, Mahir Canova gibi öğretmenlerden ders alan öğrenciler için okul, bir zorunluluk olmaktan çıkmış; bir yaşam tarzına dönüşmüştür.

       Köy Enstitüleri, sadece eğitimde olan bir demokratikleşme akımı değildi. Aynı zamanda Mustafa Kemal’in devrimlerinin yurt çapında anlaşılmasını sağlayacak ve ülkeyi çağdaşlaştıracak bir akımdı. Gökkuşağı misali, öğrencilerin hayatına renk katan bir akım…

       Eğitim devam ederken, halkın bilinçlenmesinden rahatsız olanlar da vardı. Bunların büyük çoğunluğu, cumhuriyet yeniliklerine de karşı olanlardı. Başta ağalar ve tarikat şeyhleri, istedikleri gibi yönlendirdikleri insanların hak, hukuk, adalet öğrenmesini istemiyorlardı. Milletin uyanması, halkın bütünleşmesi ağır geliyordu muhaliflere.

       Gerici güçler, Mustafa Kemal’in vefatından sonra Köy Enstitüleri konusunda da atağa kalktı. “Komünist yuvası” dediler bilgi yuvalarına önce. Politikayı alet ettiler eğitime. İsmet İnönü de, baskılara ve söylentilere daha fazla dayanamayıp, kendi siyasî hayatı için, ilk başta desteklediği enstitülerden vazgeçti. Bir “Aydınlanma Çağı” sona erdi. Bakanlıktan alınan Hasan Ali Yücel, komünistlik iddiaları yüzünden üç yıl mahkemelerle uğraştı. Kendini eğitime adamış olan İ.Hakkı Tonguç da oradan oraya sürüldü.

       Köy Enstitüleri de gökkuşağı gibi kısa ömürlü oldu ne yazık ki. Yarıda kaldı Atatürk’ün hayalleri. Ezberci, paralı bir eğitim sistemimiz var şimdi. Sorun sadece eğitim sistemiyle sınırlı da değil. Köyden kente göçler, gazetelerin üçüncü sayfalarında töre cinayetleriyle ilgili haberler, okumayan sadece yarıştırılan gençler, para tuzağı olan dershaneler, yok olan kültürler, okulsuz köyler gibi birçok sorunla uğraşıyoruz.

       Günümüzdeki “çağdaş” eğitim sayesinde birçok öğretmen köylere gitmek istemiyor. Enstitüler döneminde Gogol, Moliere, Balzac okuyup dünyayı tanıyan öğrencilerin yerini, köyün sınırından ötesini bilmeyenler aldı şimdi. Enstitü öğrencileri yılda 25 klâsik okurken, çağdaş eğitimle yetişenler,  hangi eserlerin klâsik olduğunu bilmemekteler. İnsanların kendi köylerinde öğretmenlik yapmasını bırakın, birçoğu ülke sınırları içinde bile iş bulamıyor.

       Köy Enstitüleri açılamaz belki yeniden. Ama bu projeye harcanan emek göz ardı edilmemelidir.” İş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim.” ruhu hissedilmese de şimdilerde, Ziraat Marşı söyleniyor bir ağızdan yüreklerde : “Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine, milletin her kazancı milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine, toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz, biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz! “

 

 

[ Yarışmada üçüncülüğe lâyık görülmüştür.] =)

Memnuniyet Anketi  
 

Sayfamızı nasıl buldunuz?
Beğendim
Beğenmedim
Güzel ama Yetersiz
Zaman Kaybı

(Sonucu göster)


 
Bugün 6 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol